Bir film düşünün size bir yaşamı nasıl yaşamanız gerektiğini anlatsın tüm içtenliğiyle… Onurlu bir yaşamı, haysiyetli bir yaşamı, bu hayatta aileyi her zaman birinci planda tutmanız gerektiğini çünkü hayatta her şeyi bir yana bırakırsak ailenin, hayatın gerçekleri arasında olduğunu anlatan bir film düşünün… Bu filmde oynamak için oyuncular günlerce prova odalarının önünde sıra beklemiş ve hatta o kapı önlerinde uyumuş ve bu oyuncular bugünkü çok iyi dediğimiz oyunculardır… Bu filmin sadece prova çekimlerine dört yüz bin (400.000) dolar para harcanmış, sadece bu filmin belli bölümlerini çekebilmek için bir sokak altı ay boyunca kapatılmış ve bu sokak sakinleri artık rahat davranamadıkları için film şirketiyle mahkemelik olmuştur… Bu film çekileceği zaman inanılmaz zorluklar yaşanmış, hem yönetmen, hem oyuncular yapımcı firma tarafından kovulacakları korkusuyla filmi çekmişlerdir…
Sinema tarihinde bir fenomen olan, kendine ait bir felsefeyi barındıran, deminden beri kısa da olsa anlatabilmeye çalıştığım film The Godfather….
Kısa zaman önce bir dergide, sinema dergisinde okuduğum bir yazı beni gerçekten düşündürdü… Bu yazı ‘…1599 yılında yazılan Shakespeare ‘in Hamlet ‘i, Mozart ‘ın Requiem Mass In D ‘si (1791), Van Gogh ‘un Ayçiçekleri (1888) tablosuyla… , (The Godfather) Baba ‘yı izlemediyseniz, asla gerçek bir erkek veya kadın olmazsınız’ idi… Acaba diyorum çok mu abartıyorlar veya ben mi çok abartıyorum bu filmi hem kendi kendime düşünürken hem de çevreme anlatırken… Hayır, bu film hayatı anlatıyor, gerçeği anlatıyor… İnsanlar bazen güler manyak herif bu kadar takılmış bir filme diye ama asıl ben onlara gülerim… Baba ‘yı beğenenler veya beğenmeyenler çok çevremde, bunu kadınlar veya erkekler diye ayırmıyorum. Eğer bu filmi sevmiyorsanız , izlerken çok sıkılıyorsanız, bunu sakın sorun etmeyin çünkü bu durum sizin yaradılışınızdaki eksikliktir, elinizden hiçbir şey gelmez. The Godfather ‘ı anlayabilmek için öncelikle belli bir kapasiteye sahip olmak gerekir… Bu söylediklerime çok tepki göstereceklerdir, yok herkes izlemek zorunda mı, hayatta bu filmi izlemeden yaşanamaz mı falan filan ama Oscar Wilde ’ın bir sözünü hatırlatmak isterim ki ‘ insanların yüzde doksanı yaşamazlar, sadece vardırlar’ … Neyse ciddi olalım…
İlk karşılaştığımız Don, Don Vito Corleone (Marlon Brando)… İnanılmaz bir karaketer… Zorluk içinde sahip olmuş gücüne, parasına… Hayatta büyük sorunlar yaşamış ama hiçbir zaman ailesini veya canından bildiği arkadaşlarını satmamış, onlara yanış yapmamış bir karakter… Artık son demlerini yaşamaktaydı mevkiinde ve zaten savaş içinde olan beş büyük mafya ailesi cebren ve hile ile yerine geçecek büyük oğlunu öldürtmüştü… Ailenin ve işlerin başına geçmek küçük oğlu Michael ‘in (Al Pacino) üstüne kalmıştı… Aslında Vito bunu hiç istemezdi çünkü Michael ‘i her zaman avukat, doktor veya senatör olarak hayal etmişti ama bazen hayatın bizi sürüklediği yerde mecburen kalmak ve üzerimize düşen görevi yerine getirmek zorundayız… Michael da bu şekilde düşünüyordu, ailesini yalnız bırakamazdı, babası zaten suikasttan kurtulmasına rağmen bitkin ve hasta idi… Anlayacağınız tek çaresi Don unvanını almak ve ailesini bu mafya pisliğinden kurtarmak istiyordu ama o ne kadar geri çekilmek istese, ne kadar yasal işler yapmak istese de suç dünyasının düzenbaz, kural tanımaz insanları onu içeri çekiyorlardı, ellerinden geleni ardlarına koymuyorlardı ... Don Corleone ileriyi göre bir karakter, her zaman çocukları ve özellikle ailesi için savaşan bir baba ki bunu ‘ailesiyle zaman geçirmeyen bir erkek, asla gerçek bir erkek olamaz’ sözüyle ispatlamıştır, çok paralar kazanacak olmasına rağmen masum insanların zarar göreceğini bildiğinden uyuşturucu işine girmeyen bir liderdi… Michael ‘in da ondan eksik kalır yanı yoktu, gayet başarılı bir liderdi ama herkes hata yapardı hayatta o da kardeşini öldürterek, karısını aldatarak, insan öldürerek ve öldürterek büyük hatalar yapmış ve inanılmaz pişman olmuştu… Biliyordu ki bu hatalar hiçbir zaman affedilmezdi, bunların yüküyle yaşamak zorundaydı ve ne zaman ki aileyi temize çıkarıp yasal işlere girmek istese onu mafyanın içine bi şekilde çekmeleri onu çok rahatsız ediyordu… Bir gün anladı ki bu yoldan dönüş yok, hırpalanmış ruhuyla artık savaşamazdı da ve artık o da başkasına bıraktı tahtını… Oğlu istememişti onun işleriyle ilgilenmeyi çünkü iyi anıları yoktu bu ailenin suç dünyasındaki geçmişiyle… Michael tahtını Vincent ( Andie Garcia)’a bırakmaya karar verdi.. O ağabeyi, öldürülen Sonny (Santino) Corleone ( James Caan) ‘nın gayri meşru oğluydu ama Vincent ’a bakan hiç tereddütsüz Sonny ‘nin oğlu olduğunu söyleyebilirdi… Michael artık inzivaya çekilmişti ve Vincent biliyordu ki ‘aile her şeyden üstündür’.
Filmi genel olarak alıp pek sahnelere deyinmememe rağmen beni her zaman etkileyen bir sahneden kısaca bahsetmek isterim.. Sahne ikinci bölüm (The Godfather: Part II) ‘den… Vito’nun gençliğini anlatan sahnede Vito ( Robert De Niro – Genç Vito Corleone rolünde)’nun çalıştığı bakkal dükkanındaki işine son verilmek üzeredir bazı nedenlerden dolayı ve bunu patronu ona zorlukla söleyebilmektedir. Tabi Vito o zamanlar daha tanınmayan biri, bir Don ya da gangster olarak bilinmeyen herhangi bir kişi ama çok saygı duyulan bir gençtir… Patronu yaklaşır ve onun artık çalışamayacağını ama bunu söylerken ne kadar üzüldüğünü anlatır Vito ise sorun olmadığını kendisine hep iyi davrandığını ve hiçbir zaman iyiliklerini unutmayacağından bahseder… Neyse Vito eşyalarını toplayıp evine dönmeye hazırlanır, yola koyulur. Biraz uzaklaştığında bakkalın sahibi elinde büyük kasa ve içinde dolu meyve, sebzeyle Vito’ ya seslenir.. Bunları evine götürüp iş bulana kadar idare etmesini ister ama Vito bakkalın tüm ısrarına rağmen onu kabul etmez nezaketinden ve gururundan… Eve gider onu karısı karşılar ve Vito cebinden küçük bir armut çıkartır masanın üstüne koyar bunu gören karısı çok sevinir ve buna mutlu olur… İşte bahsettiğim hayat, fedakarlık, sevgi, saygı, aile bağı budur… Eğer o kasa dolusu yiyeceği görseydi ne yapardı kim bilir? … Az ile yetinme, aç gözlü olmama… Bu filmi sevmemin nedenleri var, her hafta takıp bu filmi izliyorsam şu dünyada bazı şeylere özlem duymam ve hasret kalmamdır…
Bu film sinema tarihine gerçekten altın harflerle yazılmış bir film… En iyi filmler arasında gayet tabi olmakla birlikte listede her daim birinci sırada bulunmakta… Ümidimdir ki herkes Baba filmini izlesin ve inanıyorum ki bu filmi izledikten sonra hayata karşı bir şey öğrenecek, hayata bakış açınız değişecektir… Sinema tarihinde çok az film bunu başarabilir… Baba filmine olan saygımı bu yazılarla anlatırken bu filmin mimarı, inanılmaz yönetmenliğiyle Francis Ford Coppola ’ya ve fevkalade bir eser olan The Godfather kitabı yazan ve bu kitabı senaryoya çeviren Mario Puzo’ ya da saygılarımı sunmayı bir borç bilirim….
Saygılarımla
Güneş ÖNER
29.3.2010
Sinema tarihinde bir fenomen olan, kendine ait bir felsefeyi barındıran, deminden beri kısa da olsa anlatabilmeye çalıştığım film The Godfather….
Kısa zaman önce bir dergide, sinema dergisinde okuduğum bir yazı beni gerçekten düşündürdü… Bu yazı ‘…1599 yılında yazılan Shakespeare ‘in Hamlet ‘i, Mozart ‘ın Requiem Mass In D ‘si (1791), Van Gogh ‘un Ayçiçekleri (1888) tablosuyla… , (The Godfather) Baba ‘yı izlemediyseniz, asla gerçek bir erkek veya kadın olmazsınız’ idi… Acaba diyorum çok mu abartıyorlar veya ben mi çok abartıyorum bu filmi hem kendi kendime düşünürken hem de çevreme anlatırken… Hayır, bu film hayatı anlatıyor, gerçeği anlatıyor… İnsanlar bazen güler manyak herif bu kadar takılmış bir filme diye ama asıl ben onlara gülerim… Baba ‘yı beğenenler veya beğenmeyenler çok çevremde, bunu kadınlar veya erkekler diye ayırmıyorum. Eğer bu filmi sevmiyorsanız , izlerken çok sıkılıyorsanız, bunu sakın sorun etmeyin çünkü bu durum sizin yaradılışınızdaki eksikliktir, elinizden hiçbir şey gelmez. The Godfather ‘ı anlayabilmek için öncelikle belli bir kapasiteye sahip olmak gerekir… Bu söylediklerime çok tepki göstereceklerdir, yok herkes izlemek zorunda mı, hayatta bu filmi izlemeden yaşanamaz mı falan filan ama Oscar Wilde ’ın bir sözünü hatırlatmak isterim ki ‘ insanların yüzde doksanı yaşamazlar, sadece vardırlar’ … Neyse ciddi olalım…
İlk karşılaştığımız Don, Don Vito Corleone (Marlon Brando)… İnanılmaz bir karaketer… Zorluk içinde sahip olmuş gücüne, parasına… Hayatta büyük sorunlar yaşamış ama hiçbir zaman ailesini veya canından bildiği arkadaşlarını satmamış, onlara yanış yapmamış bir karakter… Artık son demlerini yaşamaktaydı mevkiinde ve zaten savaş içinde olan beş büyük mafya ailesi cebren ve hile ile yerine geçecek büyük oğlunu öldürtmüştü… Ailenin ve işlerin başına geçmek küçük oğlu Michael ‘in (Al Pacino) üstüne kalmıştı… Aslında Vito bunu hiç istemezdi çünkü Michael ‘i her zaman avukat, doktor veya senatör olarak hayal etmişti ama bazen hayatın bizi sürüklediği yerde mecburen kalmak ve üzerimize düşen görevi yerine getirmek zorundayız… Michael da bu şekilde düşünüyordu, ailesini yalnız bırakamazdı, babası zaten suikasttan kurtulmasına rağmen bitkin ve hasta idi… Anlayacağınız tek çaresi Don unvanını almak ve ailesini bu mafya pisliğinden kurtarmak istiyordu ama o ne kadar geri çekilmek istese, ne kadar yasal işler yapmak istese de suç dünyasının düzenbaz, kural tanımaz insanları onu içeri çekiyorlardı, ellerinden geleni ardlarına koymuyorlardı ... Don Corleone ileriyi göre bir karakter, her zaman çocukları ve özellikle ailesi için savaşan bir baba ki bunu ‘ailesiyle zaman geçirmeyen bir erkek, asla gerçek bir erkek olamaz’ sözüyle ispatlamıştır, çok paralar kazanacak olmasına rağmen masum insanların zarar göreceğini bildiğinden uyuşturucu işine girmeyen bir liderdi… Michael ‘in da ondan eksik kalır yanı yoktu, gayet başarılı bir liderdi ama herkes hata yapardı hayatta o da kardeşini öldürterek, karısını aldatarak, insan öldürerek ve öldürterek büyük hatalar yapmış ve inanılmaz pişman olmuştu… Biliyordu ki bu hatalar hiçbir zaman affedilmezdi, bunların yüküyle yaşamak zorundaydı ve ne zaman ki aileyi temize çıkarıp yasal işlere girmek istese onu mafyanın içine bi şekilde çekmeleri onu çok rahatsız ediyordu… Bir gün anladı ki bu yoldan dönüş yok, hırpalanmış ruhuyla artık savaşamazdı da ve artık o da başkasına bıraktı tahtını… Oğlu istememişti onun işleriyle ilgilenmeyi çünkü iyi anıları yoktu bu ailenin suç dünyasındaki geçmişiyle… Michael tahtını Vincent ( Andie Garcia)’a bırakmaya karar verdi.. O ağabeyi, öldürülen Sonny (Santino) Corleone ( James Caan) ‘nın gayri meşru oğluydu ama Vincent ’a bakan hiç tereddütsüz Sonny ‘nin oğlu olduğunu söyleyebilirdi… Michael artık inzivaya çekilmişti ve Vincent biliyordu ki ‘aile her şeyden üstündür’.
Filmi genel olarak alıp pek sahnelere deyinmememe rağmen beni her zaman etkileyen bir sahneden kısaca bahsetmek isterim.. Sahne ikinci bölüm (The Godfather: Part II) ‘den… Vito’nun gençliğini anlatan sahnede Vito ( Robert De Niro – Genç Vito Corleone rolünde)’nun çalıştığı bakkal dükkanındaki işine son verilmek üzeredir bazı nedenlerden dolayı ve bunu patronu ona zorlukla söleyebilmektedir. Tabi Vito o zamanlar daha tanınmayan biri, bir Don ya da gangster olarak bilinmeyen herhangi bir kişi ama çok saygı duyulan bir gençtir… Patronu yaklaşır ve onun artık çalışamayacağını ama bunu söylerken ne kadar üzüldüğünü anlatır Vito ise sorun olmadığını kendisine hep iyi davrandığını ve hiçbir zaman iyiliklerini unutmayacağından bahseder… Neyse Vito eşyalarını toplayıp evine dönmeye hazırlanır, yola koyulur. Biraz uzaklaştığında bakkalın sahibi elinde büyük kasa ve içinde dolu meyve, sebzeyle Vito’ ya seslenir.. Bunları evine götürüp iş bulana kadar idare etmesini ister ama Vito bakkalın tüm ısrarına rağmen onu kabul etmez nezaketinden ve gururundan… Eve gider onu karısı karşılar ve Vito cebinden küçük bir armut çıkartır masanın üstüne koyar bunu gören karısı çok sevinir ve buna mutlu olur… İşte bahsettiğim hayat, fedakarlık, sevgi, saygı, aile bağı budur… Eğer o kasa dolusu yiyeceği görseydi ne yapardı kim bilir? … Az ile yetinme, aç gözlü olmama… Bu filmi sevmemin nedenleri var, her hafta takıp bu filmi izliyorsam şu dünyada bazı şeylere özlem duymam ve hasret kalmamdır…
Bu film sinema tarihine gerçekten altın harflerle yazılmış bir film… En iyi filmler arasında gayet tabi olmakla birlikte listede her daim birinci sırada bulunmakta… Ümidimdir ki herkes Baba filmini izlesin ve inanıyorum ki bu filmi izledikten sonra hayata karşı bir şey öğrenecek, hayata bakış açınız değişecektir… Sinema tarihinde çok az film bunu başarabilir… Baba filmine olan saygımı bu yazılarla anlatırken bu filmin mimarı, inanılmaz yönetmenliğiyle Francis Ford Coppola ’ya ve fevkalade bir eser olan The Godfather kitabı yazan ve bu kitabı senaryoya çeviren Mario Puzo’ ya da saygılarımı sunmayı bir borç bilirim….
Saygılarımla
Güneş ÖNER
29.3.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder