Scorsese her filminde ama istisnasız her filminde, hangi tarzda olursa olsun, beni koltuğuma çiviler. Film bitmeden kalkamam… Sinemaya gittiğimde keşke ara vermeseler de film aynen devam etse derim… Tek tek filmlerinin ismini vermeme gerek bile yok ki zamanı gelince hepsinin üzerinde ayrıntılı olarak duracağım zaten… Bu yazımda son filmi Zindan Adası ‘ndan (Shutter Island) bahsetmek istiyorum…
Scorsese Tutsak Adası’nda yine coşturdu beni… İnanılmaz bir film, gözünüzü bir saniye bile sahneden alamayacağınız bir psikolojik gerilim filmi… Film o kadar iyiydi ki ön çaprazımdaki koltukta oturan hatuna bile bakamadım.. Neyse ciddi olalım…
Ben her zaman söylerim bir film izlene bilinir bir film ise - dikkatinizi çekerim iyi veya kötü film demiyorum çünkü bir filme iyi veya kötü diyebilmemiz için o filmin nasıl yönetildiğine, oyuncularına, senaryosuna, kurgusuna, müziğine ve hatta filmde kullanılan kostümlere dahi bakmamız gerekir- bunu filmin ilk on beş dakikasında anlayabilirsiniz… Ben bu filmin ilk on beş dakikasındaki izlene bilirliği arttırabilecek altı neden buldum… Birincisi, Leonardo DiCaprio… Aslına bakarsanız DiCaprio bana tamamıyla itici gelen bir oyuncudur, sevmem ama Sezarın hakkı Sezara demişler, adam fevkalade oynuyor ki bu filmde fark ettim ki yeteneğine yetenek katmış… İkincisi, ilk sahnelerde yanından geçilen bir mezarlığın tabelasında ‘ Bizimde yaşadığımızı, sevdiğimizi ve güldüğümüzü unutmayınız’ yazısı… insanın tüyleri diken diken oluyor doğrusu… Üç, yine ilk sahneleri birinde yaşlı bir teyze ve bu teyzenin saçlar dökülmüş, dişler perişan ve başrol oyuncusu Teddy Daniels ( DiCaprio) ‘a hemşirelerin yaptığı gibi sus işareti yaparak gülümsemesi… Anlıyorsunuz ki gelecek sahnelerde gerecek sizi bu teyze… Dört, Sir Ben Kingsley, inanılmaz her zaman ki gibi fevkalade… Beş, baş rolün hatırladığı ölü insan yığınları, bunların bide kar yağarken soğuktan donmuş halleri filme ayrı bir gizem katıyor doğrusu… Altı, garip ama çok garip bir firar vakası…. İşte sırf bu saydıklarımdan, filmin sadece 15 dakikasından dahi kaç tane film çıkar ama film olur mu tartışılır gerçi bu dönemde o basit filmlerden çok var ama neyse konuya dönelim. Filmde biri kayıp ve bu kayıp kişi akli dengesini yitirmiş üç küçük çocuğunu boğmuş bir kadın… Olay yeri bir ada, bu ada ve kadının firar ettiği hapishane ki aynı zamanda hastane inanılmaz derecede iyi korunuyor… Bu olayı araştırması için Dedektif Daniels görevlendiriliyor, adaya geliyor ve olaylar tabi ki bir birine karışıyor kimin deli kimin akıllı olduğu, kimin kim olduğu, kimin iyi kimin kötü olduğu birbirine giriyor yani anlayacağınız at izi it izine karışıyor.. Film de öyle bir noktaya geliyorsunuz ki ‘ ulan acaba ben de mi deliyim? ‘ falan oluyorsunuz… Neyse saptırmayalım konuyu… Açıkçası filmin konusundan pek bahsetmek istemiyorum çünkü burada yazacağım her şey filmi izlediğinizde olayı çözmek için delil olarak kullanılabilirsiniz… Tek ve son kelimemi yazmak istiyorum ki bu film son on yıl içinde yapılmış en iyi psikolojik gerilim filmlerden biri…
Saygılarımla
Scorsese Tutsak Adası’nda yine coşturdu beni… İnanılmaz bir film, gözünüzü bir saniye bile sahneden alamayacağınız bir psikolojik gerilim filmi… Film o kadar iyiydi ki ön çaprazımdaki koltukta oturan hatuna bile bakamadım.. Neyse ciddi olalım…
Ben her zaman söylerim bir film izlene bilinir bir film ise - dikkatinizi çekerim iyi veya kötü film demiyorum çünkü bir filme iyi veya kötü diyebilmemiz için o filmin nasıl yönetildiğine, oyuncularına, senaryosuna, kurgusuna, müziğine ve hatta filmde kullanılan kostümlere dahi bakmamız gerekir- bunu filmin ilk on beş dakikasında anlayabilirsiniz… Ben bu filmin ilk on beş dakikasındaki izlene bilirliği arttırabilecek altı neden buldum… Birincisi, Leonardo DiCaprio… Aslına bakarsanız DiCaprio bana tamamıyla itici gelen bir oyuncudur, sevmem ama Sezarın hakkı Sezara demişler, adam fevkalade oynuyor ki bu filmde fark ettim ki yeteneğine yetenek katmış… İkincisi, ilk sahnelerde yanından geçilen bir mezarlığın tabelasında ‘ Bizimde yaşadığımızı, sevdiğimizi ve güldüğümüzü unutmayınız’ yazısı… insanın tüyleri diken diken oluyor doğrusu… Üç, yine ilk sahneleri birinde yaşlı bir teyze ve bu teyzenin saçlar dökülmüş, dişler perişan ve başrol oyuncusu Teddy Daniels ( DiCaprio) ‘a hemşirelerin yaptığı gibi sus işareti yaparak gülümsemesi… Anlıyorsunuz ki gelecek sahnelerde gerecek sizi bu teyze… Dört, Sir Ben Kingsley, inanılmaz her zaman ki gibi fevkalade… Beş, baş rolün hatırladığı ölü insan yığınları, bunların bide kar yağarken soğuktan donmuş halleri filme ayrı bir gizem katıyor doğrusu… Altı, garip ama çok garip bir firar vakası…. İşte sırf bu saydıklarımdan, filmin sadece 15 dakikasından dahi kaç tane film çıkar ama film olur mu tartışılır gerçi bu dönemde o basit filmlerden çok var ama neyse konuya dönelim. Filmde biri kayıp ve bu kayıp kişi akli dengesini yitirmiş üç küçük çocuğunu boğmuş bir kadın… Olay yeri bir ada, bu ada ve kadının firar ettiği hapishane ki aynı zamanda hastane inanılmaz derecede iyi korunuyor… Bu olayı araştırması için Dedektif Daniels görevlendiriliyor, adaya geliyor ve olaylar tabi ki bir birine karışıyor kimin deli kimin akıllı olduğu, kimin kim olduğu, kimin iyi kimin kötü olduğu birbirine giriyor yani anlayacağınız at izi it izine karışıyor.. Film de öyle bir noktaya geliyorsunuz ki ‘ ulan acaba ben de mi deliyim? ‘ falan oluyorsunuz… Neyse saptırmayalım konuyu… Açıkçası filmin konusundan pek bahsetmek istemiyorum çünkü burada yazacağım her şey filmi izlediğinizde olayı çözmek için delil olarak kullanılabilirsiniz… Tek ve son kelimemi yazmak istiyorum ki bu film son on yıl içinde yapılmış en iyi psikolojik gerilim filmlerden biri…
Saygılarımla
9.4.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder