31 Mayıs 2010 Pazartesi

CENNETİ VAAT EDEN ADAM: Hasan SABBAH


Hasan (bin) Sabbah, i.s. 12. yy. da yaşamış bir siyaset adamı, filozof, İsmaili ve daha sonra haşhaşiler denen tarikatın lideri, Alamut kalesinin efendisi… Kendisini, çevresine yeni peygamber olarak tanıtmış ve bunu başarmış, insanların zayıf noktasını bilen ve bunu sonuna kadar kullanabilen bir düşünür… Kimileri ona cani, katil demekle yetinir, kimileri onu öve öve bitiremez, hakkında yazılan kitapların haddi hesabı olmamakla birlikte efsaneleşmiş bir şahsiyet….
Çocukluğundan beri tanıdığı Ömer Hayyam ve ileride İran baş veziri olacak olan Nizam’ül Mülk ile birlikte çok iyi eğitim almıştı. Arkadaşlarıyla daha sadece sıradan delikanlılar iken eğer kim ilk yüksek mertebelere yükselirse diğerlerini kollayacak ve koruyacak diye birbirlerine yeminler vermişlerdi… İlk yüksek mertebeye Nizam ( ‘ül mülk) gelerek sözünde durdu ve Ömer Hayam a devlet tarafından maaş bağlayarak rahat bir hayat sürdürmesini ve rubailerini yazmasına yardım etmiş, Hasan ‘ı ise Sultanın huzuruna çıkararak, onun vezirlerinden biri olmasını sağlamıştı ama Nizam, Hasanın sultanla yakınlaşarak arkadaşlık kurmasını kıskanıp Hasana bir komplo hazırlayarak onun saraydan atılmasına sağlamıştı. Bu olaydan sonra Hasan ve Nizam arasında geri dönüşü olmayan bir düşmanlık oluştu ve Hasana yapılan komplodan dolayı Nizam ne kadar pişman olsa da telafisi yoktu. Hasan akıllı bir adamdı ve artık güveneceği kimse yoktu, yaşı gençti ve bütün gençliğini bilgeliğe adamaya yemin etmiş, bunun doğrultusunda tüm dünyayı dolaşarak bilgi nerdeyse orada bulunmuştu… Her yerde bulunmuş, her türlü dalavereyi, bilgeliği öğrenmişti ve bir zaman geldi artık topraklarına geri dönmesi gerekiyordu. Gençliğinden beri sempati duyduğu İsmaili tarikatına gelip onlara katılmayı planlıyordu ama kader Hasanın lehine çalışıyor ve onun istemediğinden fazla güce sahip olması için elinden geleni yapıyordu … İran’a dönerken bir deniz yolculuğu sırasında, okyanusun ortasında çok şiddetli bir fırtınayla karşılaştılar, bütün yolcular ölümü beklemekte ve kurtulmayı hiç ummamakla birlikte telaş içinde koşuştururken, Hasan bir kenara geçmiş ve sakin bir şekilde elmasını yiyordu. Ona neden bu kadar sakin olduğunu soranlara ‘Yüce Rabbim bizim sabaha limana varacağımızı ve kimsenin kılına zarar gelmeyeceğini bildirdi’ Hasan bu söyledikleriyle kendisinin yunan tragedyası diye isimlendirdiği hayata başlamıştı. Eğer bir şey olursa zaten öleceklerdi ama eğer Hasanın söylediği gibi hiçbir şey olmazsa Hasan, kendisini bir peygamber olarak göreceklerini biliyordu. Şans ki kurtuldular ve Hasan daha şehre inmeden haberi yayılmıştı, İsmaili tarikatına varmadan yaptığı duyulmuş ve tarikat onu kısa sürede başı, reisi olarak görmüştü… Hasan artık büyük bir toplumun lideriydi ve oyununu oynamaya başlamıştı ama ona bir kale gerekiyordu… Uçurumun kenarında bulunan bir kaleye göz dikmişti Hasan, tam istediği gibiydi kale, çölün önünde, tepenin en üstünde, kalabalık bir orduyla yaklaşılamayacak bir kale… Hemen kaleye çıkarak kalenin kralıyla görüştü ve krala ‘ bana kalende bir öküz derisi kadar yer verirsen sana küplerle altın veririm’ demişti, kral tabi ki kabul etti ve Hasan bunu şahitlerin ve dini liderlerin önünde yapma şartı koymuştu, kral bunu da kabul etti… Hasan tüm kurnazlığını kullanarak öküz derisini kenarlarından, ip kalınlığında kesmeye başladı ve uzun bir ip meydana geldi bu öküz derisinden olan ipi kalenin etrafından doladı, kral bunu anladığında çileden çıkmıştı ama iş işten geçmişti , Hasanın teklifini aralarında din büyüklerinin de bulunduğu şahitler huzurunda kabul etmişti… Hasan kaleyi kılıcını kınından çıkarmadan fethetmişti… Bu kaleye Alamut yani kartal yuvası ismini vermişti…
Bunu duyan iran halkı Hasana daha fazla saygı duymaya başladı ve çocuklarının ismaili tarikatının öğretisine katılmaları için can atıyorlardı… Hasanın istedikleri, planları yavaş yavaş gerçekleşiyordu ama Hasanın ülkeye döndüğünü haber alan Nizan’ül Mülk onun acilen yok edilmesini yoksa büyük tehlikeler doğuracağını anlatmaya çalışıyordu…
Hasan yavaş yavaş kaledeki düzenini oturtmuş, kendisine çok yakın olan ismaili bilginlerini (Dai) yanından ayırmıyordu… Kendisine ve ismaili davasına inananlar artıyordu. Gücünü tüm İran ı korkutacak seviyeye çıkartmayı başlamıştı çünkü Hasan kendilerinden korkmaları için öyle fedailer yetiştirmişti ki bu fedailere kendisinde cennetin anahtarlarının bulunduğunu söylüyordu. Fedailer Hasana ne kadar bağlı olsalar da bu söylediğine pek itimat etmiyorlardı, tabi ki Hasan bunu biliyordu ki bunun için gençliğinden beri tasarladığı bir planı devreye sokmuştu. Alamut kalesinin arka tarafına bir bahçe yaptırmıştı. Bu bahçede dünyanın en güzel meyvelerini, en güzel ağaçlarını ve çiçeklerini diktirmişti ve en önemlisi dünyanın en güzel kızlarını köle pazarlarından toplatıp bu bahçede eğitime tabi tutmuştu, burayı kutsal kitaptaki cennetin birebir kopyası olarak hazırlatmıştı. Kendi fedailerini önce yanına çağırıyor ve o zamanlar bilinmeyen haşhaş hapı içmelerini söylüyordu. Sanrılar ve halüsilasyonlarla uykuya dalan fedailer uyandıklarında kendilerini bu bahçede cennete gelmiş olarak buluyorlardı. Bu bahçede bu kızlarla her istediklerini yapan fedailer kızlar tarafından şaraplarına konan haşhaş hapla tekrar uyutuluyorlar ve Hasanın odasına taşınıyorlardı. Uyandıklarında Hasana secde ediyor onun ne kadar kudretli bir peygamber olduğunu söylüyorlardı ve tekrar cennete gitmek için ona canlarını vereceklerini söylüyorlardı. Bu fedaileri cennet konusunda kandırmak çok kolaydı çünkü daha 17 veya 18 yaşına yeni basmışlardı ve kadın yüzü görmemiş ve bilmedikleri o kadar çok ey vardı ki Hasan kolaylıkla istediğini yaptırabiliyordu onlara ki bir gün Sultanın bir elçisi kaleye gelerek Sultanın ordusunun çok kalabalık olduğunu ve eğer kaleyi teslim etmezse bir saldırı halinde yok olup gideceklerini söyledi ama Hasan Sabbah elçiye dönerek evet sizin ordunuz daha fazla dedi ama benim fedailerim var diyerek iki fedaisini yanına çağırdı; birine, eğer cennete gitmek istiyorsan bu hançeri kalbine sapla ve huriler emrine amade olsun sözünü bitirir bitirmez fedai hançeri kalbine mutlulukla sapladı. Diğer fedaiyi çağırarak eğer cennetteki hurileri, meyveleri, huzura kavuşmayı istiyorsa kalenin en üstüne çıkıp atlamasını emretti, fedai hiç tereddüt bile etmeden kalenin en yüksek kulesine çıkarak kendini boşluğa bıraktı. Elçi bunları derhal sulatana iletti ve sultan yapacak bir şey kalmadığını düşünerek Hasana saldırmaktan vazgeçti çünkü Hasanın fedailerinin korkusu yoktu ve bir savaş halimde bu fedailerin bir ölüm makinesine dönüşeceğini biliyordu ama bu geri çekilme kısa süre oldu tabi ki Hasan
‘ın kalesi bir çok saldıra uğradı ama fedaileri her eferinde tüm cesaretleri ortaya koyarak kaleyi koruyolardı… Liderliği boyunca Hasan, fedailerine bir çok suikast yapmaları emrini vermiş ve sonucunda cennete gideceklerini söylemişti… İngilizce’ye geçen assasin kelimesi haşhaşilerden gelmektedir çünkü tarihteki ilk suikastçı örgüt Haşhaşilerdir.
Hasan Sabah aslında insanlar üzerinde deneyler yapan, insanlı mutlu bir şekilde yaşatmayı vaat edip onlara istediği şeyleri veren ve bunun doğrultusunda insanlardan kendisine hizmet etmelerini isteyen bunun için ismaili tarikatını ve dini alet etmiş bir kişidir. Çünkü insanların en iyi inançlarıyla kontrol edilebileceklerini düşünür… Aslında Tanrının varlığına inanmayan bir kişidir. Tanrıya asla ulaşılamayacağını iddia eder çünkü güneş adilinde, zaliminde üstüne eşit yansıdığını, paranın zalimde de, iyi kişide de bulunduğunu, hastalıkların herkse tesadüfen geldiğini ve bu durumda bir tanrının olmayacağını çünkü tanrı varsa insanlara yardım etmesi gerektiğini düşünür… Hasanın öğretileri yüzyıllar boyunca okutulmuş, hanedanı devam ettirilmiştir ta ki Çinlilerin İran seferine kadar… Tarih onu cani olarak da yazar bir filozof olarak da… Anlattıklarım ne kadar kısıtlı olsa da buna siz karar verin…. Saygılarımla…
25.12.2009

Hiç yorum yok: